Her şey onu ilk gördüğümde başlamıştı. Herkesin gözü
üzerinde olan, masallardan çıkıp da buralara gelivermiş bir kızdı. Ne var ki bu
güzelliği yüzünden herkes tarafından tanınıyor ve en küçük bir şey yapsa laf
söz oluyordu. Benim de gönlüm gide gide bu yara vuruldu. Ama o beni görmezdi.
Aslında beni hiç kimse görmezdi. Üstüm başım pis diye, yırtık diye beni
horlarlardı. Bende uzaktan uzağa onun gül cemalini seyrederdim.
Günlerden bir gün yar kapıya çıktı bembeyazlar içinde.
Gönlümde fırtınalar koptu. Sanki bembeyaz gelinliğini giyinmiş de bana doğru geliyormuş
gibiydi. Tabi benim gibi düşünen başkaları da vardı; dedikoducu kocakarılar. Kız oradan geçerken
hemen laf attılar. O da çok utanmıştı
-boş yere utanmıştı güzel yüzlüm- Koşa koşa eve gitti. Birkaç saat sonra yine çıktı
ama bu sefer siyahlar içinde idi. Yine de çok güzeldi. Ama eli entarisinden bir
türlü düşmedi. Çünkü yürüdükçe toz tanecikleri konuyordu entarisine. Yarımda
entarisi kirli gözükmesin diye silkeliyormuş. Ben de onun karşına çıkıp; ‘Gel
bunları boş ver, uğraşma bunlarla. Kaçalım gidelim buralardan. Bir an önce
muradımıza erelim’ demek geldi fakat diyemezdim sadece hayal edebilirdim. Bir
gerçek vardı ki hayal kurmak parayla değil. O zaman ben istediğim gibi hayal
kurarım dedim, hayallerime devam ettim. ‘Ya benimle kaçmak isterse, elinde
bohçası bana doğru salına salına gelirse, ne güzel olurdu kim bilir… Ama beyaz
giyinmesin o kocakarılar hemen tanır, anlarlar benimle kaçtığını. Zaten bende
de talih yok alıverirler elimden hemen onu. Ya sonra da koyarlar kapısız bir
kaleye etrafında da alçak ceviz dalları, sararlarsa yolları nasıl gül cemaline
seyre doyamadığıma kavuşacaktım?'
Neslihan Zehra KARABUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder