'' Nişantaşı’nda bir apartman kapıcısı olan ailenin çocuğu
olarak doğdum. Herkes benim doğduğuma çok sevinmiş. Ağabeyim ayrı bir sevinmiş. Mutluluktan
yerinde duramamış. Ağabeyim beni çok severmiş hele de yanaklarımı bir
farklı severmiş. Yanıma her geldiğinde ‘Kiraz yanaklım benim’ diye yanaklarımı
sıkarmış. Anneme bir gün; ‘Bu bebeğin yanakları aynı kiraz gibi ismi de
‘’KİRAZ’’ olsun’ demiş. Annemin kulağına da bu isim hoş geldiğinden olsun demiş.
Dillenmeye başladığım vakitler ağabeyim de okula başlamıştı. Her okula gidişinde
ağabeyime ‘Ben ne zaman okula gideceğim?’ diye sorardım. Ağabeyimde ‘Yakında gideceksin
Kiraz’ derdi. Çok heyecanlıydım. Çünkü ağabeyim küçüklüğümden beri bana masallar
okurdu. O okudukça da ben hayran kalırdım. Onu dinledikçe gözlerim irileşir,
yuvalarından çıkacakmış gibi olurdu. Hayatın telaşına kapılarak zaman su gibi
akıp geçti…''
…1949 SENESİYDİ…
Okulların açılmasına birkaç hafta kalmıştı.
Ağabeyime yine aynı soruyu sormuştum; ‘Ben ne zaman okula gideceğim?’. Ağabeyimde
‘Sonunda gideceksin Kiraz. Sende bu sene okula başlayacaksın’ demişti. Bende
çok mutlu olmuştum. Artık o masalları tek başıma okuyabilecektim. Her gece
yatmadan önce kendimi o kitapları okumayı hayal ederken artık gerçekleşecekti.
Okula gitme günüm gelmişti. O akşam hayallerimle
uyuyakalmıştım yine. Sabah uyandığımda anneme heyecanla; ‘Hadi ben giyindim,
gidelim.’ demiştim. Ama annem oturduğu yerden kalkmamıştı. Elinden tuttum; ‘Hadi
ama anne kalk, okula geç kalacağız yoksa.’ diye çekiştirmiştim eteğinin
ucundan. Ayağa kalkmıştı ve bana; ‘Okula gitmeyeceksin Kiraz.’ demişti üzülerek.
Niye diye sorduğumda, cevabı beni hayal kırıklığına uğratmıştı. O zaman ki çoğu
aile gibi aynı düşünce vardı babamda da. ‘KIZ ÇOCUKLARI ASLA OKULA GİDEMEZ!’. O
sözler çok ağır gelmişti bana. Yıllardır kurduğum hayallerim babamın o saçma
düşüncesi yüzünden yok olacaktı. Ama pes etmemeliydim. Ne olursa olsun o
hayallerimi yıkılan yerden kaldırıp tekrardan inşa etmeliydim. Etmeliydim çünkü
bu hayat benim ve hayata karşı dimdik durmam için okumam gerekliydi.
Ağabeyimin yanına gitmiştim. O da benim okula
gitmemi çok istiyordu. Ve bana; ‘ Sen gidemiyorsan, ben okulu ayağına
getiririm’ demişti. Çok şaşırmıştım. ‘Nasıl olacaktı ki, koskocaman okulu bana
nasıl getirecekti ?’ diye düşünürken, ağabeyim gelmişti. Elindeki kağıt ve kalemi havaya
kaldırıp bana; ‘İşte okulu sana böyle getireceğim.’ demişti. İlk başta çok
tuhaf gelmişti. Sonra bana harfleri tek tek öğretmeye başladığı zaman,
anlamıştım. Ve bir şey daha anlamıştım, ağabeyim beni gerçekten çok seviyordu ve bende
onu çok seviyordum.
Sabahları ağabeyim okulda olduğu için ben apartman
servisine çıkardım. Dairelere ekmek ve gazete dağıtırdım. Her bir kata
çıkışımda merdivene oturur, ağabeyimin bana öğrettiği harfleri birleştirerek
gazeteden bir cümle okumaya çalışırdım.
Bir süre sonra yine
servise çıkmıştım. Gazeteyi okumaya dalmış olacağım ki evinden çıkan Nur Teyze yanıma
oturup bana seslenene kadar onu fark etmemiştim. Bana; ‘Sen burada ne
yapıyorsun?’ diye sormuştu. Bende irkilip ayağa kalkmıştım. ‘Hiç, hiç bir şey
yapmıyorum’ diye söylemiştim. Bana; ‘Korkma çocuğum’ demişti ve sorusunu
tekrarlamıştı. Ben de çekine çekine elimde ki gazeteyi göstermiştim ve bunu
okuyorum demiştim. Bana; ‘Sen okula gidiyor musun?’ diye soru yöneltmişti. Bende
başımı hayır şeklinde sallamıştım. ‘O zaman bu gazeteleri nasıl okuyorsun’
demişti şaşırarak. Ben de babamın okula yollamaya izin vermediğini, ağabeyimin ve
kendi çabalarım sayesinde okumaya çalıştığımı.’ söylemiştim. Bana birkaç şey
okutmuştu sonra bana babamı çağırmamı istemişti. Hemen geri çekilmiştim çünkü beni
babama şikayet edecek diye düşünmüştüm. Beni anlamış olacak ki; ‘Korkma babanla
konuşacağım seni şikayet etmeyeceğim.’ demişti. Babam geldiğinde beni Nur Teyze’nin
yanında görünce sinirlenmişti. Nur Teyze’ye ‘Bizim çocuk gecikti dimi onun
adına ben özür dilerim efendim, bir daha ki olmayacak.’ demişti. Nur Teyze’ de
babama ‘Olayları bilip bilmeden konuşma Hasan Efendi. Sen söyle bakayım neden
Kiraz’ı okula göndermiyorsun?’ diye sormuştu. Babamda körü körüne bağlandığı o
düşüncesini Nur Teyze’ye söylemişti. Nur Teyze de babama bu saçma düşüncesinden
bir an önce vazgeçmesini söylemişti. Ama babam yine bildiklerini okuyordu. Nur
Teyze’de sinirlenmiş olacak ki; ‘Bak benim babam senin bu zor dediğin hayatın
kat be kat daha zorluklarda beni okula gönderdi. Ve o zaman bu kadar kız
çocuğunu okula gönderen ailede yoktu. Babama sürekli bir şeyler denildi, dalga
geçildi. Ama babam sırf hayatımda iyi yerlere geleyim diye onları umursamadı. Hem
babamın çabalarıyla hem de kendi çabalarımla bu yerlere geldim. Onun sayesinde
öğretmen oldum. Ve birçok insana faydalı biri olmaya çalıştım ve hala
çalışıyorum. Her bir çocuğa bir kelam öğretirken babama şükrediyorum. Neden mi?
Çünkü o beni okutmasaydı ne kendime ne de birçok çocuğa faydam olacaktı. Evde
oturup kocamın bana bugün neyi emredeceğini düşünecektim ya da bu eve bir tas
çorba girsin diye daha ne yapabilirim diye kara kara düşünecektim. Ama yine
ALLAH razı olsun ki babama beni okuttu ve bu durumlara düşmemi engelledi. Ve
hayatım boyunca da onu yanımda beni koruyup kollarken hissedeceğim, bana
verdiği bu armağan sayesinde… Peki senin kızın diğer okuyan kızlardan ya da
benden ne farkı var da okutmuyorsun, bu düşünceye körü körüne bağlanıyorsun.
Okula göndermeyerek koruyup kolladığını mı sanıyorsun. Tam tersi onun hayatını
mahvedecek o kuyuyu kendi ellerinle kazıyorsun, bu saçma sapan düşüncelerinle.
Eğer öldüğün vakit arkandan bir hayır duası istiyorsan kendine çeki düzen ver
kızını okula gönder. Ve ilerde bir yerlere geldiği vakit her anında seni düşünüp
hayır duasını eksik etmesin. Sen de bir gün bu hayattan göçüp giderken vicdanın
rahat bir şekilde git. Ben çocuklarımın mesleklerini eline verdim, hayatlarını
kurmalarına yardım ettim. Gönül rahatlığına ulaştım de. Ve şunu da bil senin bu
tertemiz evlatların sırf sana karşı gelmemek için gizlice köşelerde iki kelam
öğrenmeye çabalıyor. Başkaları ne der diye verdiğin karar belki şuncacık çocukların hayatında koca yaralar açacak. Senden ricam başkalarını değil de kalbinin
sesini dinle Hasan Efendi!’ demişti. Babam da Nur Teyze’nin söylediklerini
anlamış olacak ki o günün ertesi günü eve elinde bir sürü defter, kalem ile
gelmişti. Sonra elimden tutup beni okula götürmüştü. İşte o gün yeniden hayatım
başlamıştı. Bütün hayallerim yeniden yeşermişti.
Neslihan Zehra KARABUL